19 Ağustos 2011 Cuma

Necip Fazıl Kısakürek'den seçme şiirler

Çöl
Gözüm, aklım, fikrim var deme hepsini öldür!

Sana çöl gibi gelen, O göl diyorsa göldür...


1977

BEKLENEN


Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar.


Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme artık neye yarar ?


Necip Fazıl Kısakürek

YÜZKARASI

Beni şafak vakti bir el dürtükler;

İdam mahkûmu, kalk, bekliyor savcı!

Zindan avlusunda öter düdükler;

Bir güneş doğar ki, zakkumdan acı...


İpten indirilir, yine uslanmam,

Belâ...Belâ bende yakıcı şehvet...

Bir olur, ateşi görmemle yanmam;

Dipsiz uçurumda kaçılmaz davet.


Bak nasıl silinir bu yüzkarası;

Elimde, ölümü öldüren silâh,

Alnımda tozpembe secde yarası,

Lûgat kitabımda tek isim: Allah...

(1972)


NE KALIR?

Kalmaz; ne iz, ne toz, ne duman kalır.
Dalgacık silinir ve umman kalır.
Bu hale geldi mi bir kere işler,
Son güne çok kısa bir zaman kalır.
Can kaygısı batsın yerin dibine;
Sanma evlat kalır, hanüman kalır.
Gelenler, gidenler, hep aynı soydan;
Bu düşman giderse o düşman kalır.
Ve kim kalırmış diye ikbalde
Vatanı satsalar göz yuman kalır.
Ozanım, odur ki, gerçekten mesut,
Herşeyini verir müslüman kalır.

(1971)


AYRILIK

Hep ayrılık; isteğe erince istek ölür,
Bir anda ölseler de insanlar tek tek ölür...

(N-F-K/1977)


İşim Acele

Gökte zamansızlık hangi noktada?
Elindeyse yıldız yıldız hecele!
Hüküm yazılıyken kara tahtada
İnsan yine çare arar ecele!

Gençlik... Gelip geçti... bir günlük süstü;
Nefsim doymamaktan dünyaya küstü.
Eser darmadağın, emek yüzüstü;
Toplayın eşyamı, işim acele!

(1972)

Necip Fazıl Kısakürek



ZEYBEK

Zeybeğimi, birkaç kızan, vurdular;
Çukurda üstüne taş doldurdular.
Bir de, ya kalkarsa diye kurdular...

Zeybeğim, zeybeğim, ne oldu sana?
Allah deyip, şöyle bir doğrulsana!

Zeybeğim, kalkamaz, dirilemez mi?
Odası mühürlü, girilemez mi?
Şu ters akan sular çevrilemez mi?

Ne günedek böyle gider bu devran?
Zeybeğim, bir sel ol, bir çığ ol, davran!

Kır at zincirlenmiş, ufuk sahipsiz...
Han kayıp, hancı yok, konuk sahipsiz...
Baş köşede sırma koltuk sahipsiz...

Kızanlar, dört yandan, hep abandınız!
Zeybeğin kanına ekmek bandınız!

Bilemem, susarak ölmek mi hüner?
Lisan çıldırıyor, dil nasıl döner?
Ondan son iz, uzak, uzak bir fener...

Öldü mü? Çatlarım yine inanmam!
Gizliye yanarım, ölüye yanmam!

Zeybek kaybolduysa bunca kayıp ne?
Tesbihi dökülmüş, aranır nine;
Balonu yok, ağlar çocuk haline...

Zeybeğim; dünyayı aldın götürdün!
Bir öldün de beni binbir öldürdün!

Beyni tırmık tırmık, pençelere sor!
Mevsim niçin ölgün, bahçelere sor!
Sor; çukuru nerde, serçelere sor!

Ağla, bir dinmeyen hasretle ağla;
Zeybeksiz yolları gözetle, ağla!

(1964)


BAŞIBOŞ


Vatanımda sular akar, başıboş;
Herkes, birbirini kakar, başıboş.


Bozkırlardan topal bir tren geçer;
Çocuk, merkep, öküz bakar, başıboş.


Yanmaz da yürekler, güneşe atsan;
Bir kibrit, bir orman yakar, başıboş.


Tarih, kutuplara kaçmış bir fener,
Buz denizlerinde çakar başıboş.


Yirmi dokuz harfte sözde aydınlar,
Yafta yazar, isim takar, başıboş.


Allah’ım sen acı bu saf millete!
Akşam yatar, sabah kalkar, başıboş...

Necip Fazıl KISAKÜREK



ÇİLE

Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birden bire dam.
Gök devrildi, künde üstüne künde...

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı.

Ateşten zehrini tattım bu okun,
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum değdi burnuna (yok)un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikat, al sana rüya!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

Ensemin örsünde bir demir balyoz,
Kapandım yatağa son çare diye.
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,
Yepyeni bir dünya etti hediye.

Bu nasıl bir dünya, hikâyesi zor;
Mekânı bir satıh, zamanı vehim.
Bütün bir kainat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.

Nesin sen, hakikat olsan da çekil!
Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
Otursun yerine bende her şekil;
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

......................

Aylarca gezindim , yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe,
Deliler köyünden bir menzil aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe.

Niçin küçülüyor eşya uzakta ?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl ?
Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta ?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl ?

Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap,
Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
Selâm, selâm sana haşmetli azap;
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

Yalvardım : Gösterin bilmeceme yol!
Ey yedinci kat gök, esrarını aç!
Annemin duası, düşte perde ol!
Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç.

Uyku katillerin bile çeşmesi;
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak
Teselli pınarı, sabır memesi;
Size şerbet, bana kum dolu çanak.

Bu mu rüyalar da içtiğim cinnet,
Sırrını ararken patlayan gülle?
Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;
Karınca sarayı, kupkuru kelle...

Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş.
Mevsimden mevsime girdim böylece
Gördüm ki, ateşte cımbızda yokmuş.
Fikir çilesinden büyük işkence.

....................

Evet, her şey bende bir gizli düğüm;
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
Yetişir Çektiğim mesafelerden!

Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık
Her gece rüyamı yazan sihirbaz,
Tutuyor önümde mavi bir ışık.

Büyücü, büyücü ne bana hıncın?
Bu kükürtlü duman, nedir inimde?
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
Bir zehirli kıymık gibi beynimde.

Lügat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvaplarım, tutun elimden
Aynalar söyleyin bana, ben kimim?

Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mimarının seçtiği arsa;
Hayattan muhacir; eşyadan öksüz?

Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!

Ne yalanlarda var, ne hakikatta.
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış
Boşuna gezmişim yok tabiatta.
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

....................

Gece bir hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.

Açıl susam açıl! Açıldı kapı;
Atlas sedirinde mavera dede.
Yandı sırça saray, ilahi yapı,
Binbir avizeyle uçsuz maddede.

Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
İçiçe mimari, içiçe benlik;
Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur!

Nizam köpürüyor, med vakti deniz;
Nizam köpürüyor, ta çenemde su.
Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;
Suda ezel fikri, ebed duygusu.

Kaçır beni ahenk, al beni birlik;
Artık barınamam gölge varlıkta.
Ver cüceye, onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta.

Ötelet öteler, gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim.
Gökte samanyolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde, inciler benim.

Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak...

Verilmemis hesaplarin korkusuyla
Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layik olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim



Necip Fazıl Kısakürek


ŞEHİRLERİN DIŞINDAN
Kalk, arkadaş, gidelim!
Dereler yoldaşımız,
Dağlar omuzdaşımız,
Dünyayı seyredelim,
Şehirlerin dışından.
Esmerden, sarışından
Kaçalım, kurtulalım!
Haydi yürü, bulalım;
Kat kat çıkmış evlerin,
O cam gözlü devlerin
Gizlediği âlemi! ;
Bir tüy gibi yel alsın,
Bir dal gibi sel alsın,
Bizden menhus elemi.
Attığımız naralar,
Yol açsın karanlıkta.
Çeksin bizi mağralar,
Bir derin ormanlıkta;
Öttürüp sert bir ıslık,
Yılanları çağralım.
Peşinden çığlık çığlık,
Çakallara bağralım,
ötelim baykuşlarla.
Kızıl akşamüstleri,
Hicret eden kuşlarla.
Sema, deniz ve yeri,
Çepçevre, iklim iklim,
Dolaşalım, gezelim!
Yollar bizden bir izdir,
Ne duysak sesimizdir.
Ne görsek benzer bize.
Hiç şaşmayan bir saat
Gibi işler tabiat,
Uyarak kalbimize.
Mevsimler boğum boğum,
Zamanın ipliğinde.
Başı görünmez doğum,
Sonu ölçülmez hayat...
Hayvan, nebat ve cemat,
Hepsi ilk gençliğinde.
Ölen ölür, yıpranmaz;
Giden, gider, aranmaz.


Böyle geçer ömrümüz,
Bir gün gelir ölürüz,
Haberimiz olmadan.
Ve o zaman, o zaman,
Hayat neymiş görürsün!
Bırak, keyfini sürsün,
Şehirlerin, köleler! ;;
Yeter bizi tuttuğu!
Tükensin velveleler!
Kalk arkadaş, gidelim!
İnsanın unuttuğu
Allahı zikredelim;
Gül ve sümbül hırkamız,
Sular, kuşlar, halkamız...

(NFK/1926)


Anneme
Anne girdin düşüme!
Yorganın olsun duam,
Mezarında üşüme!

Anlamam anlatamam;
Düşen düştü peşime,
Artık vâdeler tamam....

(1926)


Hangi lisanda sorsam, Çince mi Maçince mi?
Ne gün dirileceğiz, Kıyamet gelince mi?

(1982)


Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik;
İşte yakalandık, kelepçelendik!
Çıktınız umulmaz anda karsıma,
Başımın tokmağı indi başıma.

Suratımda her suç bir ayrı imza,
Benmişim kendime en büyük ceza!
Ey dipsiz berraklık, ulvi mahkeme!
Acı, hapsettiğin sefil gölgeme!

Nur topu günlerin kanına girdim.
Kutsi emaneti yedim, bitirdim.
Doğmaz güneşlere bağlandı vade;
Dişlerinde, köpek nefsin, irade.

Günah, günah, hasat yerinde demet;
Merhamet, sucumdan aşkın merhamet!
Olur mu, dünyaya indirsem kepenk:
Gözyaşı döksem, Nuh tufanına denk?

Çıkamam, aynalar, aynalar zindan.
Bakamam, aynada, aynada vicdan;
Beni beklemeyin, o bir hevesti;
Gelemem, aynalar yolumu kesti.


NECİP FAZIL KISAKÜREK


Medh O’na!
Büyük Feth O’na!
Büyük Fethin gününde,
Bütün Kureys Kâbe önünde.
Af dısında kalan, tam ondört kisi;
Đçlerinde Hamzanın katili korkunç Vahsi,
Bir de Hind, ciğerini yiyen kadın, Hamzanın
Tütmekte Kâbeden, ruhu ezanın...
Okuyan mı; eski kul, Bilâl.
Yüreklerde tek sual:
Sonumuz nice?
Bilmece!...
O ne af!
Her yer, her taraf
Ve topyekûn Kabîle,
Hattâ Hind bile, Vahsi bile,
Tek tek bağıslandı Allah der demez.
Đnsanlığı resulden gayrı kimse güdemez.
Resullerin Resulü, elinde bir ince dal,
Gösterdi: «Putları, Rabbim, yere çal!»
Üçyüzaltmıs put simdi yerde...
Hani ya Hübel, nerde?
Büyük Feth O’na!
Medh O’na!

Necip Fazıl Kısakürek


Kadından kendisinde olmayanı isteriz;
Hasret yerinde kalır ve biz çekip gideriz...

(1983)


ORUÇ

Sanma oruç, bu akşam tıklım tıklım ye diye;
Bu akşam, yarın oruç tutabilmek için ye.

(1974)


Dayan Kalbim

Seni dağladılar, değil mi kalbim,
Her yanın, içi su dolu kabarcık.
Bulunmaz bu halden anlar bir ilim;
Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık.

Sensin gökten gelen oklara hedef;
Oyası ateşle işlenen gergef.
Çekme üç beş günlük dünyaya esef!
Dayan kalbim üç beş nefes kadarcık!

1972

Necip Fazıl Kısakürek

Dağda dolaşırken yakma kandili,
Fersiz gözlerimi dağlama gurbet!
Ne söylemez, akan suların dili,
Sessizlik içinde çağlama gurbet!
Titrek parmağınla tutup tığını.
Alnıma işleme kırışığını
Duvarda, emerek mum ışığını,
Bir veremli rengi bağlama gurbet
Gül büyütenlere mahsus hevesle,
Renk dertlerimi gözümde besle!
Yalnız, annem gibi, o ılık sesle,
İçimde dövünüp ağlama gurbet!..

N.F.K


NİNNİ
Melekler dolanır bu kuytu yerde,
Ey gün kadar güzel çocuğum, uyu!
Bir gün hasretiyle için titrer de,
Anarsın, bu derin, tatlı uykuyu.

Uyu da gündüzler su gibi dinsin,
Menekşe gözüne kirpikler insin;
Yarın, şafak vakti, içine sinsin,
Güneşle uyanan kuşların huyu.

Uyu yavrum, akşam seni üzüyor,
Artık gözlerini uyku süzüyor,
Uykunun gölünde başın yüzüyor,
Dalgalandırmadan o durgun suyu...

(1925)


SABIR
-----------------------------------

Sabrın sonu selamet,
Sabır hayra alamet.
Belâ sana kahretsin;
Sen belâya selam et !



Felâh mı, onda felâh,
Silah mı, onda silah
Sen de kim oluyorsun?
Asıl sabreden Allah..


Sabır incecik sırat;
Murat içinde murat.
Sabır Hakk 'a tevekkül.
Sabır Hakk 'a itimat.


Sabırda pişer koruk,
Yerle bir olur doruk.
Sabır, sabır ve sabır,
İşte Kur'an 'da buyruk!



Bir sır ki âşikâre,
Avcı yenik şikâre.
Yalnız, yalnız sabırda
Çaresizliğe çare...

Necip Fazıl Kısakürek


ÜÇ ATLI

Karşı yoldan üç atlı,
Bir kuş gibi kanatlı,
Geliyor köye doğru.

Cebkeni kola atmış,
Sağ elini uzatmış,
Üçü de göğe doğru.

Bir bulut olmuş rüzgâr,
Heyecandan başaklar,
Tutmuş nefeslerini.

Sıra dağlar inliyor, :
Kalbi diye dinliyor,
Çelik nal seslerini.

Sürün atlılar, sürün!
Beni alıp götürün,
Bu yerde pek yalnızım.

Demeyiniz, bu da kim?
Öyle diyor ki, içim,
Candan aşinanızım.

1926


Halimenin kızı Şeymâ;
Her ân O’na sahrada eş.
Üstlerinde dipsiz sema,
Başlarında kızgın güneş.
Yıllar geçmiş, O serpilmiş,
Oyunlarla yok ilgisi.
Tenhaları kucak bilmiş;
İzbe kırlar ve ikisi...
Kayboldular bir sıcak gün,
Halimeyi aldı merak.
Sahralarda koştu üzgün, kadıncağız, çırpınarak.
Göründüler, işte işte!
Geliyorlar mesut, mesut.
Bir garip hal, bu gelişte:
Başlarında bir ak bulut.
Şeymâ dedi: Gölgedeyiz;
Tepemizde bir çift kanat.
Dere, tepe, gezmedeyiz,
Sıcaklardan yana rahat.
BaŞında bir bulut... Sâhi!
Yürür, durur, gider, bekler.
Bulut değil, yâ ilâhî!
Tac tutuyor O’na gökler...

Necip Fazıl Kısakürek


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder